- Bir savaşçı. O tam anlamıyla bir savaşçıydı. Harika bir rekabetçiydi. Baskıyla çok yüksek seviyede baş edebiliyordu. Bu yönüyle harika bir rekabetçiydi.
Ve diğer oyunculardan daha küçük yapılı olduğu için daha çok çalışmak zorundaydı. Ben hep şöyle derim:
Sabalenka'nın bir adımı için Simona üç adım atmak zorundaydı. Yani o gerçekten bir "grinder"dı, yani savaşçı ve mücadeleci bir oyuncuydu. Küçük vücuduna rağmen güçlü vuruşlar yapabiliyordu. Baselinedan agresif oynardı. Ama bence onun en dikkat çekici yönü çalışma disiplini ve içindeki o savaşma içgüdüsüydü.
Bunlar genç oyuncular için ilham verici olacaktır. Ben hep bu yönleriyle hatırlayacağım.
Mark Petchey, Emma Raducanu için iyi oldu mu?
- Evet, bence Mark Petchey ile birlikte daha iyi oynuyor. Bence çok bilgili biri. Yani, nasıl olmasın zaten?
Emma'dan bazı iyi maçlar gördüm. Bence… oyunun zihinsel ve duygusal tarafını daha iyi kavramış görünüyor. Daha yerleşik, daha dengeli biri gibi görünüyor. Ne yapmak istediğini biliyor gibi. Güçlü ve zayıf yönlerinin farkında. Oyununun farkındalığı çok iyi. Ne yapması gerektiğini biliyor.
Ama o da yine sakatlık yaşayan oyunculardan biri. Bu kadar sık sakatlanan oyuncular için üzülüyorum. İyi oynamaya başlıyorlar ve sonra sakatlanıyorlar. Bu da mutlaka insanı yıpratır.
Ama Emma bazı iyi sinyaller veriyor. Umut vadediyor.
Ve onu izlerken, gözlerine baktığınızda bu kez yüzde 100 kendini adadığını görebiliyorsunuz. Gerçekten bunu yapmak istiyor. Bu işi seviyor. Ve bakın, US Open'ı kazandıktan sonra hayatı tamamen değişti. Daha önce şöhret, servet, bu kadar yoğun ilgi yaşamamıştı. Bu da onu bir süre sarstı bence. Ama şimdi bence öncelikleri doğru yerde.
Sadece savaşmaya devam etmeli, oyununu geliştirmeye devam etmeli.
Oyuna biraz daha güç katmalı, fileye daha fazla gelmeli, biraz daha çok çalışmalı. Ve bence şu an olduğundan bile daha iyi bir oyuncu olacak.
"DJOKOVİC BİR GRAND SLAM DAHA KAZANABİLİR"Djokovic'in, Andy Murray ile yollarını ayırması doğru karar mıydı?
- Bilmiyorum. İkisi arasında neler yaşandı, bunu kim bilebilir ki? Yani, içeride ne olup bittiğini bilmiyoruz. Ben kesinlikle işin içinde değilim. O odada neler konuşuldu, ne tür stratejiler tartışıldı, hiçbir fikrim yok.
Ama şunu söyleyeyim: Novak gibi tarihin en büyük oyuncusunu nasıl çalıştırırsınız? Bu gerçekten çok zor bir iş.
Novak Djokovic'in koçu olmak çok zor ve bence biraz da göz korkutucu bir görev.Bilmiyorum, Andy ona o ihtiyacı olan "edge"i—keskinliği—verebildi mi? Bence artık
zaman Novak'ın aleyhine işliyor. Ve ben kişisel olarak onun en iyi tenisini oynadığı dönemin geçtiğini düşünüyorum.Bakın, ben de bunu yaşadım. 30'larımın başında, Martina beni üst üste 13 kez yenmişti. Ve ardından Monica Seles ve Steffi Graf yükselişe geçmişti. Spikerler sürekli "Chrissy bir daha Slam kazanamaz" diyordu. Sonra iki Fransa Açık daha kazandım.
Yani bu deneyimimden dolayı, Novak'ın bir Grand Slam daha kazanmasını asla göz ardı edemem. Hâlâ kazanabilir. Ama benim hislerim... Bu hafta nasıl oynayacağına bakacağız. Ama hislerim şu yönde...
Bir sebepten ötürü, onun sert zeminde daha iyi olduğunu düşünüyorum. Sert kortlarda daha iyi bir istatistiği var—ABD Açık'ı kazandı, Avustralya Açık'ı kazandı ve hatta Wimbledon'da bile… Roland-Garros bence onun en zayıf Grand Slam'i. Bilmiyorum. Bu gerçekten zor. Bu tür şeylere veda etmek zor. Emekli olmak zor.
Ama bence kişisel olarak işler bu yöne doğru gidiyor—bu sene. Teşekkür ederim. Bakın, bu çok zor. Kimseye "artık oynamamalısın" demek istemezsiniz çünkü bu çok kişisel bir karardır. Ama şunu söyleyebilirim: Bence en iyi tenisini oynadığı dönem artık geride kaldı. Bu, tekrar epik bir maç oynayamayacağı anlamına gelmiyor ama her gün, her maç o seviyeyi sürdürebileceğini düşünmüyorum. Yani 20 yıldır turda olan bir oyuncu olarak, artık her maçta %100 seviyeyi koruyamazsınız. A oyununuzu her gün ortaya koyamazsınız. İşte bu noktada kaybetmeye başlarsınız.
Bu yüzden şunu söylüyorum: Günümüzde o kadar çok iyi oyuncu var ki… Bir off gününüzde sizi yakalarlar. Novak da bir off gün yaşarsa, birileri onu yakalayabilir.
Jasmine Paolini hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Ah, onu unuttum değil mi? Jasmine… Onu nasıl dahil etmem! Aptallık ettim... Evet, kesinlikle o gruba dahil edilmeli. Yani, az önce saydığım ilk üç ismin yanında o da olmalı. O da orada, üst sıralarda yer almalı.
Gerçekten inanılmaz biri. Müthiş. O mükemmel bir toprak kort oyuncusu. Ve belki de tüm üst düzey oyuncular arasında en çok yönlü olanı. En çok yönlü oyuncu diyebilirim. Yani, her şeyi yapabiliyor. Çiftlerde büyük başarıları var—büyük turnuvalar kazandı. Yani fileye geliş zamanlaması kusursuz. Harika bir voleci. Doğru zamanda fileye çıkıyor, iyi sezgileri var ve neredeyse hiç top kaçırmıyor.
Vurduğu toplar çok ağır. Kaç boyunda? Ne kadar kısa? Sanırım… Ben 1.68 boyundayım ve yanında durduğumda ondan uzundum. Yani 1.62 falan olmalı. Ama oynarken sanki 1.93'lük biri gibi oynuyor. Gerçekten. Topa öyle bir spin ve ağırlıkla vuruyor ki…
Ve onu listeye dahil etmediğim için özür dilerim. Roma'dan önce bu fikre varmamıştım. Yani Roma'dan önce, zihnimde hep ilk üç oyuncu vardı. Ama Roma'da onu izledikten sonra fikrim değişti. Kesinlikle kazanma şansı var.
Geçen yıl Fransa finaline kadar gitmişti değil mi? Evet, Fransa Açık finaliydi, değil mi? Wimbledon da vardı. Bu iki turnuva. Hatta Wimbledon'da da neredeyse kazanıyordu. Onda gerçekten çok şey var. Somut olmayan birçok özelliğe sahip.
Sabalenka'ya baktığınızda "Görkemli güç! Dinamit!" dersiniz. Açık açık görülür. Ama Paolini gizliden gizliye etkili biri. Gizli bir silah gibi. Toplarına o kadar çok spin ve ağırlık koyuyor ki, rakiplerinin vuruş noktası genellikle omuz hizasında oluyor—ki bu da en verimli vuruş açısı değildir.
Ve sadece savunmada değil, hücumda da çok iyi. Bilmiyorum... Ama şunu söyleyebilirim: Geçen yılki çıkışından sonra hiçbir düşüş yaşamadı. İnsan normalde böyle çıkışlardan sonra bir gerileme bekler ama o formunu yıl boyunca korumayı başardı.
Erkeklerde favoriniz kim?
- Yine, Roma finalini izledikten sonra… Sinner'ın bu kadar iyi oynaması beni şaşırttı. Tüm turnuva boyunca çok iyi oynadı. Bu da bize gösteriyor ki… form kaybı yaşamamış.
Ama ben Alcaraz'ı seçiyorum. Çünkü bence
kortun köşelerine doğru kayarak yaptığı hareketleri kimse onun kadar iyi yapamıyor. Kayarak gidip pozisyonu toparlaması müthiş. Ve artık daha disiplinli bir oyun tarzı görüyorum.
Önceden, repertuarındaki herhangi bir vuruşla puanı kazanabiliyordu. Her an olağanüstü bir şey çıkarabilirdi. Ama sonra maçlar kaybetmeye başladı çünkü belki de biraz fazla agresif oynamaya başladı, çok zorlamaya başladı. Ama şimdi… topa tahammülü arttı. Artık 8, 10, 12 vuruşluk rallilerde oynuyor. 4 ya da 5. vuruşta kazanmaya çalışmıyor.
Toprakta olay şudur: Vur, vur, vur… ta ki sahayı açana kadar. Ve sonra saldır. Sabırlı olmalısınız. Ve ben onda artık farklı bir strateji, farklı bir oyun tarzı, daha istikrarlı bir yapı görüyorum. Bu yüzden bence bu turnuvayı kazanmak için hazır durumda.
Roland-Garros'taki en sevdiğiniz anı ya da hikâye nedir?
- Ben, Grand Slam turnuvalarına gittiğimde genelde odama kapanan bir oyuncuydum. Çok fazla dışarı çıkmazdım. Ama ilk gidişimde, Philippe Chatrier annemi ve beni Lido'ya götürmüştü. O zaman 18 yaşındaydım ve daha önce hiç üstü çıplak kadınların sahne aldığı bir gece kulübüne gitmemiştim. Bu benim için bir şok olmuştu.
Ama bence Paris'in güzelliği, şehirde yürümek, Eiffel Kulesi'ne gitmek… Bunlar asla bıkılacak şeyler değil. Louvre'a gittim, tüm müzeleri gezdim, sadece yürümek bile keyif vericiydi.
Kafelerde, özellikle açık havadaki kafelerde oturmak… Yani, burası benim en sevdiğim iki Avrupa şehrinden biri. Ayrıca, toprak kort benim zeminimdi. En iyi sonuçlarımı burada aldım. Yedi kez şampiyon oldum ve bu kadınlarda bir rekor. Özellikle de 1985'te kazandığımda… Martina'ya arka arkaya 13 kez kaybetmiştim.
İki buçuk yıl boyunca onu yenememiştim ve sonra o maçı kazandım. İnsanlar bana "Senin en özel Grand Slam şampiyonluğun hangisi?" diye sorduğunda her zaman "1985 Fransa Açık" derim. Çünkü yaşım daha ileriydi, herkes beni gözden çıkarmıştı, genç oyuncular yükseliyordu ama benim de son bir çıkışım vardı. Cevabım bu olur.
Jannik Sinner'ın dönüşü hakkında yorumunuz?
- Bence gergindi. Yani… belki biraz sıkı, biraz gergin olmasını beklersiniz ama sahaya çok olgun, çok soğukkanlı bir şekilde çıktı. Gerçekten sakin görünüyordu. Mental olarak… erkekler arasında en dayanıklı oyuncu olabilir. Bence… Alcaraz'dan bile daha dayanıklı. Sahadaki diğer herkesten daha sağlam duruyor. Adeta robotik bir duruşu var, baskıyla çok iyi başa çıkıyor.
Bu baskıyla başa çıkma şekli beni etkiledi. Onu üç dört aydır oynamamıştım ve tekrar izlediğimde—vuruşlarının gücü, hızları, derinlikleri beni gerçekten etkiledi.
Ayrıca, büyük bir oyuncu olmasına rağmen sahada çok iyi hareket ediyor. Tabii, Alcaraz kadar iyi kaymıyor. Kayma onun için daha içgüdüsel değil. Ama büyük bir oyuncu için oldukça iyi hareket ediyor.
O yüzden… mental olarak sakin kalması ve sahadaki hareketliliği çok etkileyiciydi. Rica ederim.
İlk Roland-Garros şampiyonluğunuzun 50. yılı hakkında ne hissediyorsunuz?
- Bu biraz kafa karıştırıcı. Çünkü… yani, 50 yıl. Zaman nereye gitti? İlk tepkim bu oldu: "Vay be, 50 yıl geçmiş." Bu beni çok ama çok yaşlı hissettiriyor—ki zaten öyleyim ama yine de…
Geçmişe baktığımda, Paris'e gelen o genç kızı hatırlıyorum. İlk yılımda, finalde Margaret Court'a karşı bir break öne geçmiştim. İkinci ve üçüncü setlerde, sanırım. Ve maçı gerçekten kazanabilirdim. Kazanmalıydım da. Ama tecrübe burada devreye girdi. Gençtim ve bir Grand Slam kazanmanın ne kadar önemli olduğunu tam olarak anlamamıştım. O maçı sıradan bir turnuva gibi oynamıştım.
Ama hayır, harika anılarım var. Benim için… Philippe Chatrier Kortu hep bana aitmiş gibi hissettirdi. Nadal'la kıyaslamıyorum kendimi, asla. Ama kendi küçük dünyamda, o korta çıktığımda herkesi yenebileceğimi hissediyordum. Güçlü hissediyordum. Oyun tarzım toprağa çok uygundu. Philippe Chatrier'e çıkmak gerçekten harika bir duyguydu.
Ve bence güzel olan şu ki… 70'lerin başında, seyirciler kadın tenisinden çok etkilenmiyordu. İlgi daha çok erkekler üzerindeydi—Năstase, Björn Borg, Connors. Kadınlara pek destek verilmiyordu.
Ama Martina ve ben birbirimize karşı oynamaya başladığımızda, seyirci bizim rekabetimizi sevdi. Daha sonra Steffi ve Monica geldi. Onların rekabeti de ilgi gördü. Kadın oyuncular daha iyi maçlar çıkarmaya, daha sert vurmaya ve atletik olarak daha güçlü olmaya başlayınca seyirci de ilgisini artırdı.
Ve bence, Fransa Açık kadın tenisini en geç takdir eden Grand Slam oldu. Bunu açıkça söyleyebilirim. Ama şimdi takdir ediyorlar. Çok fazla hem de. Bu güzel bir gelişme.
1973'te Court'a karşı oynadığınız finalde, ikinci sette servis atarken maç sizdeydi. Bu maçı hatırlamak istemeyebilirsiniz ama... O maç size ne öğretti?