Geri
İleri
Sporx'e ücretsiz abone ol, ilk bilen sen ol!
F.Bahçe'nin rakibinden şok Türkiye yorumu
'Hikayem henüz bitmedi' isimli otobiyografi kitabı geçen sene piyasaya çıkan F.Bahçe'nin UEFA Avrupa Ligi'ndeki Çek rakibi Viktoria Plzen'in kaptanı Pavel Horvath Habertürk Gazetesi'ne açıklamalarda bulundu.
Galatasaray'da kısa süre forma giydiği 2001-02 sezonunda, 3 maçlık serüvenine birbirinden ilginç tecrübeler sığdıran (!) Çek yıldız, "Hayatının hatası" olarak nitelediği ve "Cehennem istasyonu" olarak tanımladığı bu süreçte yaşadıklarını aktarıyordu.
İşte Horvath'ın çamur üzerine çamur attığı Türkiye ve Galatasaray anıları:
'ÖNCELİK MADDİYATTAYDI'
"2001 yazı Prag'da eğleniyordum. Milli takımdan arkadaşım Pavel Nedved, 'Türkçe öğrenmeye başladın mı?' diye sordu, şaşırdım. Bana 'Ben, G.Saray'a transfer olacağını duydum' dedi. Haber doğruydu. Sporting Lizbon'dan ayrılacağım için şok olmuştum. Eşim 7 aylık hamileydi. S.Lizbon menajeri aradı ve 'G.Saray'a transferin için ne diyorsun?' dedi. Ben de 'Düşüneceğim' yanıtını verdim. Bu, Sporting'in beni gözden çıkardığı anlamına geliyordu. Eşimi aradım. Bana 'Bu senin işin, neresi olursa olsun devam etmelisin' dedi. G.Saray'ın Devler Ligi'nde oynayacağını göz önüne aldım. Prag ile İstanbul arasında direkt uçak da vardı. Öncelik ise paraydı. G.Saray bana yıllık 750 bin dolar önerdi. Sporting ise hiçmişim gibi davrandı. Ben de İstanbul'da çok daha iyi olacağını ve cehennemi yaşamayacağımı düşünüyordum. 3 ay sonra ise İstanbul'u terkederken ise dünyanın en mutlu insanıydım. Bu transferden cebime 1 dolar bile girmedi."
"Florya'da soyunma odası pis ve leş gibi kokuyordu. Bizimle kimse ilgilenmiyordu. Paçavra muamelesi yaptılar. Kaldığım otelde de sorunlar yaşadım. Eşyalarımı, kulübün otel parasını ödemediğini söyleyerek lobiye indirmişlerdi."
'İÇKİ İÇEREK RAHATLADIM'
"Kulübün ayarladığı apartmandaki daire ısınmıyordu. Soğuktan donuyordum. Sonunda Florya'daki kamp tesisinde kalmaya karar verdim. Orada da ısınma sorunu vardı. Şampiyonlar Ligi'nde 1 dakika bile oynamadım. Türkiye Ligi'nde sadece 3 maçta, o da sadece 45'er dakika oynadım. Her gün aynıydı. İdmanlar sonrası markete gidip 1 şişe votka, bira ve cips alıyordum. Bunu söylediğim için de utanmıyorum. İçinde bulunduğum durum ve sıkıntıların sonucuydu. Kendimi bir tüp içine kapatılmış gibi hissediyordum. İçki ile rahatlayıp, sızıp sıkıntılarımdan arınıyordum."
'BÜLENT KAPTAN SINIRI GEÇSE KAYBOLUR'
"Antrenmanlarda herkes forma için müthiş bir mücadele veriyordu. İşin içinde yumruk, tekme, tokat da vardı. Hasan Şaş, bunların içinde en çılgın olanıydı. Lazio'ya yenildiğimiz maç sonrası soyunma odasında hırsından yumruk atıp camı kırmıştı. Bu yüzden de eline bir sürü dikiş atılmıştı. Emre Aşık ise ondan çok daha agresifti. Normal bir idmanda Berkant'ı dirsekleyip burnunu kırmıştı. Bülent Korkmaz kaptandı. Tüm Türk taraftarlardan büyük saygı görüyordu. Ama hiç entellektüel değildi. Türkiye sınırınını geçse, ilk trafik ışığında kaybolabilirdi!"
'ÜZERİMİZE TAŞ ATTILAR'
"Futbol, onların son derece tutkulu olduğu bir olgu. Bir keresinde F.Bahçe ile derbi vardı. İlk yarı gol olmamıştı. Taraftarlar memnun değildi. Taraftarlar sahaya ve Mustafa Denizli'nin başına bozuk para, çakmak ve plastik şişe fırlattı. Beşiktaş'ın stadında ise üzerimize taş bile atıyorlardı. İlk oynadığım maç 15 Eylül'de Malatya'ya karşıydı. Yol kenarındaki kayısı ağaçları ve çarşaflı kadınlar görünce çok şaşırdım."
'BURSA 19. YÜZYIL ŞEHRİ GİBİ'
"Bursaspor'a karşı ilk kez 11'de sahaya çıktım. Bursa 19. yüzyıl şehri gibi duruyordu. Stattaki tuvalet alaturkaydı ve pislik içindeydi. 30 Kasım'a dek bu felakete dayanmam gerekliydi. Çünkü ancak bu tarihte serbest kalabilecektim. Kasım sonu avukatım geldi. 24 numaralı formamı paket yaptım. Aldığım arabayı (sinyali bile çalışmıyordu) geri verdim. Kapalıçarşı'dan deri ceket ve çay bardakları aldım ve ayrıldım."
38 YAŞINDAKİ GÖBEKLİ YILDIZ!
F.Bahçe'nin UEFA Avrupa Ligi'ndeki rakibi V.Plzen'in 38'lik yıldızı Pavel Horvath, Zbrojovka Brno ile oynadıkları ve 3-1 kazandıkları maçın yıldızdı. 2012'de "Hikayem henüz bitmedi" isimli kitabı piyasaya çıkan, 3 golde de imzası olan, 2 asist yapan Horvath'ın 90 kiloluk cüssesiyle, 90 dakikayı çıkarışına hayretle şahit olduk. Avrupa ve Çek Ligi'ndeki neredeyse tüm maçlarda kenara gelmeden oynamıştı. Maç boyunca neredeyse bütün atakları yönlendiren, defansın arkasına attığı toplarla forveti pozisyona sokan oydu. Sahanın her yerindeydi. 2. yarı bir ara defansın en gerisinde "stoper" pozisyonunda oyunu en geriden yönlendirmeye devam etti. Aktif dinlenmeyle güç toplayıp, yeniden orta sahaya döndü. 2 şık asistle galibiyeti kazandıran isimdi.
FATİH ALTAYLI: SÜREKLİ İÇİYORDU
Çek futbolcu Pavel Horvath'ın Galatasaray'a geldiği dönemde kulübün 2. başkanıydım. Kulübün ekonomik sorunlarının zirve yaptığı bir dönemde, Türkiye'nin 2001 ekonomik krizinin pençesinde kıvrandığı sırada, yönetimi devralmak zorunda kalmıştık.
Kasamızda '5 kuruş yoktu' diyebilirim.
Borçlar ise muazzamdı.
Bunların üzerine bir de Jardel problemi yaşıyorduk.
Jardel gitmek istiyordu. Eşinden kaynaklanan nedenlerle Portekiz'e dönmek istiyordu. Biz de Jardel'in o dönem için çok yüksek olan yıllık ücretini ödeyemeyecek, en azından zamanında ödeyemeyecek durumdaydık.
Jardel'in bedelsiz serbest kalmasını engellemek için, Portekiz'in Sporting Lizbon Kulübü'ne satmaya karar verdik.
Ancak Sporting Lizbon, Jardel'in bonservis bedelinin bir kısmını takas yoluyla ödemeyi önerdi ve ellerindeki sorunlu üç futbolcuyu bize vermeyi teklif etti.
Biz de kabul ettik.
Horvath o üç futbolcudan biriydi.
Galatasaray'a gönülsüzce geldi.
Ne doğru düzgün antrenmanlara geliyordu ne de kendine dikkat ediyordu.
Kendisine gösterdiğimiz Florya'daki bir villa dairesini beğenmedi ve otele yerleşti.
Sürekli içiyordu.
Otelden çıkıp eve geçmesini istedik. Kabul etmedi. Çünkü kalmaya gönlü yoktu.
Daha sonra kendisini bir başka takıma satmak üzere menejeri ve avukat Dupont'la bir toplantı yaptık. Lucescu da toplantıya katıldı.
Biz anlaştık ve Horvath'ı çağırdık toplantıya.
Epey bir süre arandı. Bulunamadı.
Sonra anlaşıldı ki, içip içip bir yerlerde sızmış. Geldiğinde ayakta duramayacak kadar sarhoştu.
"Ben bu takımda oynamak istemiyorum" dedi ama diğer takımla yaptığımız anlaşmaya da uymak istemedi.
Lucescu mecburen bir kaç maçta şans verdi ama onlarda da hiçbir varlık gösteremedi.
Biraz oynama niyeti gösteren Mpenza'yı da etkiliyor, oynamasını engelliyordu.
Sonunda bedelsiz olarak serbest kaldı.
Galatasaray'da kısa süre forma giydiği 2001-02 sezonunda, 3 maçlık serüvenine birbirinden ilginç tecrübeler sığdıran (!) Çek yıldız, "Hayatının hatası" olarak nitelediği ve "Cehennem istasyonu" olarak tanımladığı bu süreçte yaşadıklarını aktarıyordu.
İşte Horvath'ın çamur üzerine çamur attığı Türkiye ve Galatasaray anıları:
'ÖNCELİK MADDİYATTAYDI'
"2001 yazı Prag'da eğleniyordum. Milli takımdan arkadaşım Pavel Nedved, 'Türkçe öğrenmeye başladın mı?' diye sordu, şaşırdım. Bana 'Ben, G.Saray'a transfer olacağını duydum' dedi. Haber doğruydu. Sporting Lizbon'dan ayrılacağım için şok olmuştum. Eşim 7 aylık hamileydi. S.Lizbon menajeri aradı ve 'G.Saray'a transferin için ne diyorsun?' dedi. Ben de 'Düşüneceğim' yanıtını verdim. Bu, Sporting'in beni gözden çıkardığı anlamına geliyordu. Eşimi aradım. Bana 'Bu senin işin, neresi olursa olsun devam etmelisin' dedi. G.Saray'ın Devler Ligi'nde oynayacağını göz önüne aldım. Prag ile İstanbul arasında direkt uçak da vardı. Öncelik ise paraydı. G.Saray bana yıllık 750 bin dolar önerdi. Sporting ise hiçmişim gibi davrandı. Ben de İstanbul'da çok daha iyi olacağını ve cehennemi yaşamayacağımı düşünüyordum. 3 ay sonra ise İstanbul'u terkederken ise dünyanın en mutlu insanıydım. Bu transferden cebime 1 dolar bile girmedi."
--Haber reklamdan sonra devam ediyor--
'LEŞ GİBİ KOKUYORDU'"Florya'da soyunma odası pis ve leş gibi kokuyordu. Bizimle kimse ilgilenmiyordu. Paçavra muamelesi yaptılar. Kaldığım otelde de sorunlar yaşadım. Eşyalarımı, kulübün otel parasını ödemediğini söyleyerek lobiye indirmişlerdi."
'İÇKİ İÇEREK RAHATLADIM'
"Kulübün ayarladığı apartmandaki daire ısınmıyordu. Soğuktan donuyordum. Sonunda Florya'daki kamp tesisinde kalmaya karar verdim. Orada da ısınma sorunu vardı. Şampiyonlar Ligi'nde 1 dakika bile oynamadım. Türkiye Ligi'nde sadece 3 maçta, o da sadece 45'er dakika oynadım. Her gün aynıydı. İdmanlar sonrası markete gidip 1 şişe votka, bira ve cips alıyordum. Bunu söylediğim için de utanmıyorum. İçinde bulunduğum durum ve sıkıntıların sonucuydu. Kendimi bir tüp içine kapatılmış gibi hissediyordum. İçki ile rahatlayıp, sızıp sıkıntılarımdan arınıyordum."
'BÜLENT KAPTAN SINIRI GEÇSE KAYBOLUR'
"Antrenmanlarda herkes forma için müthiş bir mücadele veriyordu. İşin içinde yumruk, tekme, tokat da vardı. Hasan Şaş, bunların içinde en çılgın olanıydı. Lazio'ya yenildiğimiz maç sonrası soyunma odasında hırsından yumruk atıp camı kırmıştı. Bu yüzden de eline bir sürü dikiş atılmıştı. Emre Aşık ise ondan çok daha agresifti. Normal bir idmanda Berkant'ı dirsekleyip burnunu kırmıştı. Bülent Korkmaz kaptandı. Tüm Türk taraftarlardan büyük saygı görüyordu. Ama hiç entellektüel değildi. Türkiye sınırınını geçse, ilk trafik ışığında kaybolabilirdi!"
'ÜZERİMİZE TAŞ ATTILAR'
"Futbol, onların son derece tutkulu olduğu bir olgu. Bir keresinde F.Bahçe ile derbi vardı. İlk yarı gol olmamıştı. Taraftarlar memnun değildi. Taraftarlar sahaya ve Mustafa Denizli'nin başına bozuk para, çakmak ve plastik şişe fırlattı. Beşiktaş'ın stadında ise üzerimize taş bile atıyorlardı. İlk oynadığım maç 15 Eylül'de Malatya'ya karşıydı. Yol kenarındaki kayısı ağaçları ve çarşaflı kadınlar görünce çok şaşırdım."
'BURSA 19. YÜZYIL ŞEHRİ GİBİ'
"Bursaspor'a karşı ilk kez 11'de sahaya çıktım. Bursa 19. yüzyıl şehri gibi duruyordu. Stattaki tuvalet alaturkaydı ve pislik içindeydi. 30 Kasım'a dek bu felakete dayanmam gerekliydi. Çünkü ancak bu tarihte serbest kalabilecektim. Kasım sonu avukatım geldi. 24 numaralı formamı paket yaptım. Aldığım arabayı (sinyali bile çalışmıyordu) geri verdim. Kapalıçarşı'dan deri ceket ve çay bardakları aldım ve ayrıldım."
38 YAŞINDAKİ GÖBEKLİ YILDIZ!
F.Bahçe'nin UEFA Avrupa Ligi'ndeki rakibi V.Plzen'in 38'lik yıldızı Pavel Horvath, Zbrojovka Brno ile oynadıkları ve 3-1 kazandıkları maçın yıldızdı. 2012'de "Hikayem henüz bitmedi" isimli kitabı piyasaya çıkan, 3 golde de imzası olan, 2 asist yapan Horvath'ın 90 kiloluk cüssesiyle, 90 dakikayı çıkarışına hayretle şahit olduk. Avrupa ve Çek Ligi'ndeki neredeyse tüm maçlarda kenara gelmeden oynamıştı. Maç boyunca neredeyse bütün atakları yönlendiren, defansın arkasına attığı toplarla forveti pozisyona sokan oydu. Sahanın her yerindeydi. 2. yarı bir ara defansın en gerisinde "stoper" pozisyonunda oyunu en geriden yönlendirmeye devam etti. Aktif dinlenmeyle güç toplayıp, yeniden orta sahaya döndü. 2 şık asistle galibiyeti kazandıran isimdi.
FATİH ALTAYLI: SÜREKLİ İÇİYORDU
Çek futbolcu Pavel Horvath'ın Galatasaray'a geldiği dönemde kulübün 2. başkanıydım. Kulübün ekonomik sorunlarının zirve yaptığı bir dönemde, Türkiye'nin 2001 ekonomik krizinin pençesinde kıvrandığı sırada, yönetimi devralmak zorunda kalmıştık.
Kasamızda '5 kuruş yoktu' diyebilirim.
Borçlar ise muazzamdı.
Bunların üzerine bir de Jardel problemi yaşıyorduk.
Jardel gitmek istiyordu. Eşinden kaynaklanan nedenlerle Portekiz'e dönmek istiyordu. Biz de Jardel'in o dönem için çok yüksek olan yıllık ücretini ödeyemeyecek, en azından zamanında ödeyemeyecek durumdaydık.
Jardel'in bedelsiz serbest kalmasını engellemek için, Portekiz'in Sporting Lizbon Kulübü'ne satmaya karar verdik.
Ancak Sporting Lizbon, Jardel'in bonservis bedelinin bir kısmını takas yoluyla ödemeyi önerdi ve ellerindeki sorunlu üç futbolcuyu bize vermeyi teklif etti.
Biz de kabul ettik.
Horvath o üç futbolcudan biriydi.
Galatasaray'a gönülsüzce geldi.
Ne doğru düzgün antrenmanlara geliyordu ne de kendine dikkat ediyordu.
Kendisine gösterdiğimiz Florya'daki bir villa dairesini beğenmedi ve otele yerleşti.
Sürekli içiyordu.
Otelden çıkıp eve geçmesini istedik. Kabul etmedi. Çünkü kalmaya gönlü yoktu.
Daha sonra kendisini bir başka takıma satmak üzere menejeri ve avukat Dupont'la bir toplantı yaptık. Lucescu da toplantıya katıldı.
Biz anlaştık ve Horvath'ı çağırdık toplantıya.
Epey bir süre arandı. Bulunamadı.
Sonra anlaşıldı ki, içip içip bir yerlerde sızmış. Geldiğinde ayakta duramayacak kadar sarhoştu.
"Ben bu takımda oynamak istemiyorum" dedi ama diğer takımla yaptığımız anlaşmaya da uymak istemedi.
Lucescu mecburen bir kaç maçta şans verdi ama onlarda da hiçbir varlık gösteremedi.
Biraz oynama niyeti gösteren Mpenza'yı da etkiliyor, oynamasını engelliyordu.
Sonunda bedelsiz olarak serbest kaldı.
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
onerdiklerimiz_ara_cizgi.jpg
Haber; Haberturk
Diğer haberleri görmek için aşağıya kaydırın.
Diğer Haberler
Diğer haberleri görmek için aşağıya kaydırın.